24 Haziran akşamı Gökçek TRT’de. Rakipsiz sahaya, gelen pasları şutluyor. Karşısında, gollük sorular atan bir sunucu. Alaycı üslubu gitmiş, gergin, sinirli…
Ağlamaya başlıyor birden. Yaşını söylüyor. Faniymiş meğer(!)
Yüzü ekranda. Gözler, yalvarıcı, korkulu…
Ağlayan Gökçek, gerilere götürdü beni.
***
Büyükşehir’e bağlı ASKİ’de işçi idim.
1994’de Büyükşehir Belediye Başkanı olduğunda, ASKİ’ye bomba düşmüş gibiydi. Ağızları bıçak açmıyordu. Başlarına geleceği biliyor gibiydiler.
İlk Cuma, ASKİ’nin mescidi doldu taştı. Üçü beşi geçmeyen müdavimler şaşırdı. Giden aşkla gitmiyor ama. Gökçek korkusu.
Çok geçmedi, korkunun sebebi başladı.
İlk iş, zorla sendika değiştirilmesi. Daire Başkanları, Müdürler, Şefler seferber oldu. Tehditler ulu orta… “Ya Hak-İş, ya iş”. İşçi zorla Hak-İş’e bağlı Hizmet-İş’e geçirildi.
“Sendikamı kendim seçerim” diyene ne mi oldu? Yanılmıyorsam 34 kişinin işine son verildi hemen. Ramazan ayıydı.
“Ramazandır, günahtır, çoluk çocuk ne yer, mübarek ayda işçi sokağa atılır mı?” Ortalama vicdanın sesi budur. Ama nafile. Gökçek bu…
Günlerce direniş oldu ASKİ önünde.
Sonra beğenmedi Gökçek bu sendikayı, tekrar düdük çalındı, bu kez başla bir sendikaya kaydırıldı işçiler zorla. Geçtiğimiz aylarda ise, yeni bir düdükle yeniden sendika değiştirmek zorunda kaldılar.
Olmaz diyene ne mi oluyor? Kanal ve lağım işlerine gidiyorlar.
Ağlayan Gökçek’e bakarken o işçiler geldi aklıma.
***
Bir sabah isimler okundu. 39 kişi… Uzman işçiler, ustalar… Bende varım. Fen İşleri Daire Başkanlığı’nın ‘uzmanlığımıza’ ihtiyacı varmış. Uzman olmanın dışındaki ortak yanımız, işverenin düdükle sendika değiştirme talimatına uymamaktı. Güldük, gittik… Birer süpürge verdiler elimize. İstanbul Yolu’nu süpürmeye başladık. Yenimahalle köprüsünden başlamış, Sincan’a kadar gitmiştik. Tanıdıklara, millete rencide edecek, gururumuzla oynayacaklardı akılları sıra.
Sincan’a vardığımızda baktılar ki gülüyoruz hala, bu kez Sağlık Daire Başkanlığı’nın ‘uzmanlığımıza ihtiyacı olduğunu’ öğrendik.
Sırtımıza 25 kiloluk tüpler, Sincan sokaklarındaki çöp bidonlarıyla tanıştırdılar. İlacı sıktık ‘uzmanca’ sineklere. Sinekler de anlamış ki komediyi, azıcık bayılıp sonra daha güçlü uçuyorlardı. Meğer ilaç diye sıktığımız mazotmuş.(!)
Sinekli sokaklarda, ablaların çay ikramıyla keyifleniyor, amcalarla bidon başı sohbetlerimiz oluyordu. Sinek komedisine gülüyorduk birlikte.
Ağlayan Gökçek’e baktım yeniden.
***
Kadın işçiler geldi aklıma.
Büroda çalışan kadınların sürgünleri, park-bahçe işlerinde bel yapmaları, çapa sallamaları… Tek suçları Gökçek’e oy vermemiş olmalarıydı. Hamileler, emekliliğine az kalanlar vardı çapacılar arasında.
***
Çalıştıkları, uzmanlaştıkları işlerden alınıp, kavşaklara dikilen kadın ve erkek işçiler geldi aklıma.
Türkiye, “araba sayma” diye bir iş keşfetmişti Gökçek ile. Sabah dokuz, akşam beş, Ağustos sıcağında önlerinden geçen arabaları saydılar. 23 bin 201, 34 bin 564…
Ağlayan Gökçek’in gözlerindeki yalvarmaya yeniden daldım.
***,
1994’de Büyükşehirdeki işçi sayısı 23 bin idi. Gökçek, “ben 9 bin işçiyle bu işi yaparım” dedi. O zaman Ankara’nın nüfusu 2 milyon 900 bin. Şimdi 5 milyondan fazla. Düşürdü, evet. 6 binin de altına düştü.
Ama kadrolu, sendikalı, toplu sözleşmeli işçi sayısını eritirken, sendikasız, toplu sözleşmesiz, her an işten atılma korkusu yaşayan taşeron işçi sayısı 30 bini geçti.
Tayyip’in mitinglerine, Gökçek’in gösterilerine koşturulan açlar ordusu…
***
Girin belediyeye, taşeron ahtapotu bütün belediyeyi ele geçirmiştir. Aklınıza gelebilecek her iş ve İş Kanunu’nun yasakları da dinlenmeyerek...
***
Gökçek’in ağlayan gözlerine baktım yeniden.
“Gökçek ağlamaya başladıysa bir şeyler oluyor” dedim.
Aydınlık Gazetesi / 26 Haziran 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder