16 Nisan 2013 Salı

ABD’nin emri, Tayyip Erdoğan’ın kavliyle KCK tahliyelerinin şifreleri


Son birkaç haftadır KCK davalarında arka arkaya tahliye haberlerini okuyoruz. Öyle bir iki kişi de değil, KCK davalarının bazılarında neredeyse tutuklu kalmadı.

Tam da Türkiye’nin gerekçesiz, hukuka ve vicdana aykırı bu uzun tutukluluk uygulaması, Türkiye'nin de ötesinde dünya kamuoyunun gündemindeyken ve Ergenekon, Balyoz, OdaTV  gibi onlarca davada bir tek tahliye çıkmazken bu tahliyelerin anlamı nedir? 
Bu tahliyeleri anlamak için önce KCK’nın ne olduğu ve bu sürecin işlediğine bakalım:

KCK DE FACTO BİR DEVLETÇİKTİR!

Nedir bu KCK?
Açılımı Koma Ciwaken Kurdistan. Türkçesi Kürdistan Halklar Konfederasyonu ya da Kürdistan Topluluklar Birliği. Türkiye, Irak, Suriye ve İran topraklarını kapsayan dört parçalı konfederatif “devletsiz” bir yapı olarak ifade ediliyor. Hukuken karşılığı ‘de facto’ (fiili) bir devlet örgütlenmesidir. Fiilen varolan ancak hukuken (de jure) tanınmamış (kendi deyimleriyle statüsüz) bir yapıdan sözediyoruz.
İlanı 2005 yılında bizzat Abdullah Öcalan tarafından yapılan bu “statüsüz” yapının bir devlet örgütlenmesi olduğunu KCK’nın ilan edilen “anayasa”sından anlamak mümkün.  Yargı, yürütme ve yasama organlarının, vergi toplama yetkisinin ve ordusunun (meşru savunma ve halk savunma güçleri diye geçiyor), kısaca her anayasada olduğu gibi bir devleti devlet yapan bütün unsurların, KCK çerçevesinde düzenlendiğini görüyoruz. 
2005 yılında KCK’nın Yürütme Konseyi Başkanlığı’na Murat Karayılan seçiliyor.  PKK’nın bütün açıklamalarında Abdullah Öcalan da “KCK önderi” olarak belirtiliyor. Devlet başkanı Abdullah Öcalan, Başbakan Murat Karayılan! 
Tekrar belirtmekte fayda var; KCK, bir devlet örgütlenmesidir.  Şimdilerde “akil adam” olan Yılmaz Erdoğan’ın da dediği gibi “bir ülkeden, bir iç ülkeye” durumudur! 

DEVLETÇİK PROJESİ HAYATA GEÇİYOR!

2009 yılına gelindiğinde KCK davaları açılmaya başlıyor ve tutuklamalar geliyor arkasından.  AKP-PKK ilişkisinin durumuna göre söz konusu tutuklamalar bir hızlanıp bir yavaşlıyor. 
Ve 2013 yılına gelindiğinde, Apo’nun Tayyip Erdoğan’a, içeriği gizli bir biat mektubuyla proje ortaklıkları tescilleniyor. Bu projenin ne olduğunu da, Tayyip Erdoğan 16 Şubat 2004 gecesi Fatih Altaylı’nın Teke Tek programında açıklıyor:
“Şu anda Amerika'nın da Büyük Ortadoğu Projesi var ya, Genişletilmiş Ortadoğu, yani bu proje içerisinde Diyarbakır bir merkez, bir yıldız olabilir. Bunu başarmamız lazım." 
21 Mart günü Diyarbakır manzarasıyla Tayyip Erdoğan ve Apo’nun Diyarbakır’ı, BOP’un nasıl “yıldız”ı olacağını açıkça gördük. “Merkez” olma süreci de hızla işletiliyor. 
PKK’nın yıllardır ve son günlerde sıkça dile getirdiği “statü” de işte bu proje çerçevesinde bir anlam kazanıyor.  Diyarbakır “merkez”li, KCK; yani ‘de facto’(fiili) devlet örgütlenmesine, ‘de jure’ (anayasal, hukuken) bir tanınma sağlamak olduğunu daha net görüyoruz.  Tayyip Erdoğan’ın anayasa tartışmalarına yönelik yaptığı “Osmanlı’da da Kürdistan eyaleti vardı” açıklamasında yeni anayasanın “sınırları” yine bu proje çerçevesinde çiziliyor. 
Söz konusu devletçiğin  “uluslar arası hukuk” açısından yürürlüğü ise bu tarihlerden çok daha öncesine, 2001 yılına kadar gidiyor. O tarihte, DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümeti tarafından kabul edilen, ABD Ulusal Programı’nda Türkiye’nin 37 yıl boyunca onaylamadığı ve  AKP Hükümeti döneminde hayata geçirilen “İkiz Sözleşmeler”in içeriği ise şöyle:
"1. Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar, kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler.

2. Bütün halklar uluslararası hukuka ve karşılıklı menfaat ilkesine dayanan uluslararası ekonomik işbirliği yükümlülüklerine zarar vermemek koşuluyla, doğal kaynakları ve zenginlikleri üzerinde kendi yararına serbestçe tasarrufta bulunabilir. Bir halk sahip olduğu maddi kaynaklardan hiç bir koşulda yoksun bırakılamaz."
BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ve Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’in defalarca atıf yaptığı ve sopa gibi salladıkları bu sözleşmenin yine Tayyip Erdoğan tarafından yürürlüğe konulması da bu devletçiği hayata geçirme operasyonunun parçasıdır. Son olarak Tayyip Erdoğan’ın meclisten geçirdiği yeni Belediyeler Kanunu da “İkiz sözleşmeler”in ve devletçik kurma operasyonu kapsamındadır. 

TÜRKİYE’Yİ SİLİVRİ’DEN BÖLMEK!

Abdullah Öcalan ve Tayyip Erdoğan’ın bu yeni anayasa ortaklığı ve proje çalışmaları neredeyse 10 yıllık bir geçmişe sahip. 
Tayyip Erdoğan-Abdullah Öcalan-Fethullah Gülen’in bu “anayasal” tanınma için süreci nasıl planladıklarını, aynı dönem ardı ardına yaptıkları açıklamalarından anlıyoruz:
Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır’ı BOP’un merkezi yapmak istediğini söylemesi,
Abdullah Öcalan'ın KCK’yı kurma talimatını vermesi ve aynı dönem “milliyetçiler yargılanacak, bana da bir görev düşerse yaparım” anlamına gelen açıklamaları,
Fethullah Gülen’in aynı sıralar yaptığı “ulusalcı dalgayı aşarız” açıklaması.
KCK önündeki bütün engellerin aşılması, Tayyip Erdoğan’ın deyimiyle “BOP kapsamında Diyarbakır’ın merkez, yıldız yapılamasının başarılması” için Türkiye’nin yurtseverlerinin, devrimcilerinin, ordusunun “aşılması” gerekiyordu. Nitekim  Fehmi Koru’nun itiraf ettiği gibi, 5 Kasım 2007 Tayyip Erdoğan-Bush görüşmesinde “ulusalcı dalgayı aşma” operasyonunun düğmesine basıldı. 
Ergenekon operasyonu’nun, KCK’nın yeni anayasa ile “statü” sahibi, yani devletçik olması için bu çerçevede yapıldığını da biz değil Ergenekon savcıları söylüyor!
Ergenekon davası savcılarının 18 Mart 2013 günü mahkemeye sunduğu mütalaasından aynen aktarıyoruz:
“Yeni anayasaya karşı mücadele etmek (…) demokrasi dışıdır, (…)terör faaliyetidir”!
Mütalaanın açıklandığı tarih de çok kritiktir. 21 Mart Diyarbakır görüntüsünden tam 3 gün önce!
Silivridekileri Diyarbakır’dan koparmadan, Diyarbakır Türkiye’den koparılamazdı. Manzara Silivri ve Diyarbakır'la birlikte bir bütün haline geliyor.

KCK'LILARA TAHLİYE, SİLİVRİ’YE AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET!

KCKlıları tahliye eden “irade” yine 18 Mart’ta planını açıklıyor. “Akil adam” Cengiz Çandar’ın akıl hocası, ABD’de özel yemeklerde buluşup “çok özel” sohbetler ettiği, “Türk ordusunu deliğe tıktık” sözlerinden de hatırlayacağınız CIA görevlisi Henry Barkey,
“Nevruz mesajları arasında ateşkes çağrısı kesinlikle yer alacak ve ateşkes sürecinin KCK davasından tutuklu bulunanların sessizce salıverilmelerini de kapsayan sakin bir süreç olacak” diyor. (http://www.amerikaninsesi.com/content/barkey-imrali-dan-ateskes-cagrisi-gelecek/1623978.html) 
Dikkat buyurun, açıklamanın tarihi 18 Mart. Ergenekon mütalaasının açıklandığı gün, 21 Mart Nevruz kutlamalarından 3 gün önce! 
Murat Karayılan’ın KCKlıların serbest bırakılması gerektiğini söylemesi üzerine, İçişleri Bakanı Muammer Güler’in cevabı, yargılamaların nasıl ve kimin hesabına yapıldığını, nasıl işlediğini bir kez daha ortaya seriyor:
“Onların hepsi değerlendirilecek. Süreci biz adım adım takip ediyoruz. Şimdilik hemen yorum yaparak birtakım şeyleri deşifre etmek istemiyoruz.”
“Deşifre edilmeyecek” olan, halktan gizlenmesi gereken karanlık bir anlaşmayla, tutuklama da yapılır, tahliye edilir. 
Bu davadan tutuklanan ve tahliye edilen KESK Başkanı Lami Özgen’in koşa koşa “akil adam” olması, o karanlık anlaşmayı “deşifre eden” bir işaretlerden yalnızca biri. Projenin sahibi ABD-İsrail, uygulama taahhüdü altına giren Tayyip Erdoğan-Abdullah Öcalan-Fethullah Gülen ve elbette “savcı” “hakim” ve “akil” taşeronlar.  
Türkiye’de yürürlükte olan hukuk, sözleşmeler hukukudur. ABD ile sözleşme yapıp yapmamaya göre “yargı” kararını verir. 
Bu tabloya bakarak şimdi soruyoruz: 
KCK tutuklamalarının bir anlamı kaldı mı?

Tayfun Taşlıoğlu
ulusalkanal.com.tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder