Doğudaki ya da Batıdaki, küçüğü ya da büyüğü... Gidin işyerlerine, konuşun işçilerle, sorun ne halde olduklarını, bin ah işiteceksiniz. Aylar, hatta seneler var ki, bir Genel Merkez yöneticileri çaylarını içmeye gelmemiş, her sene daha da geriye gitmişler, bir yandan ellerinden birer birer alınan hakları, diğer yanda sahipsizlikleri.
Sendikacılara sevgi, saygı kalmamış. “Sendikacı” lafı bile parlamaları için yeterli. Dolmuşlar, köpürüyorlar. İlle de Türk-İş yöneticilerine. Beddua eden mi dersiniz, “bunlar adam bile değil” diyen mi?
“Sendikacı gelmiyorsa siz gidin” demeye kalmıyor, yağmur gibi cevaplar. Sırça köşkleri andıran Genel Merkez binalarını, orada kendilerini yabancı hissettiklerini, gitseler bile şatafatın dillerini bağladığını, meramlarını anlatamadan dönüp geldiklerini…
Kötülerin yaptıkları hepsine mal olmuş. Paklanması zor bir leke...
Kendilerini bilmiyor değiller onlar. İşçiyle ilgilenmeyişlerinin, sahip çıkmayışlarının, hatta işveren ve Hükümet yandaşı olmanın maliyetini biliyorlar. İşçinin fark ettiğinin de farkındalar. Bu yüzden işçiye gidecek yüzleri yok.
Daha da kötüsü var. Bırakalım işçinin sendikaya gitmesini, işyerindeki temsilciye “neden sürekli kaybediyoruz. Bu işçiyi eğitmeniz lazım” demenin bile işten atılma vesilesi olduğu örnekler de yaşanınca işçi, içine gömüyor acısını, arkadaşıyla dertleşmekle yetiniyor. Ya da, yazıyor bir yerlere.
Sosyal medya, işçinin dert ortağı… Geçtiğimiz günlerde bir mektup ilişti gözüme. Cümleleri bozmadan aktarıyorum.
Yapamıyorsan istifa et, paramla keyif sürme
“Sendika yöneticileri... Sendika yöneticileriiiiii… Memur sözleşmesinde ne kadar zam yapıldı... Onların düşük maaş alanların taban aylığına ne kadar zam yapıldı 175 lira memura geldi siz işçiye ne aldınız... Siz neden yaptırtmadınız istemediniz diretmediniz... 4/c’lilere maaşları düşük diye 550 tl maaşına ilave edildi siz neden ettiremediniz..."En düşük aylık 2 bin 10 liradır" yazıyor. Bizde ne kadar... Sizler neden uyuyorsunuz.. Her sene önümüze kağıt parçaları yollayıp saçma sapan doldurtup bize eziyet ve güvendirip bi halt yiyemiyorsunuz... Yanlış anlaşılma olmasın... Başkan değil babam olsun amcam olsun başımızdaki... Alamıyorsan, isteyemiyorsanız bırakın herkes istifa etsin görevinin basına geçsin... Benim oyumla maaşınızı genel merkezden fazlasıyla alıyorsunuz. Arabalara biniyorsunuz... Gezilere çıkıyorsunuz... Sanki bana faydası varmış gibi. Yurt dışlarına vs. çıkıyorsunuz. Peki, Allahtan korkmuyor musunuz yahu.
Benim değil de, herkesin bir hesabı var. Yüce Allah’ında hesabı var. Benim ve 6 nüfus ailemin hakkı sizlere zehir zıkkım olsun. Benim durumumdan, bizim durumumuzdaki arkadaşların durumundan beter olasınız. Kıyamet günü Allah’ın C.C. huzurunda delegeden tut Şube Yönetimine, Şube Başkanından tut, Genel Merkeze, Genel Merkezden tut, devlete varıncaya kadar. Bizim haklarımızı aramayanlar, vermeyenler, istemeyenler, istetmesini bilmeyenler, haklarımız sizlere zehir zıkkım olsun. Zehir zıkkım olsun.
Uzun lafın kısası “biz istiyoruz vermiyorlar” demeyle olmaz. Olmuyorsa istifa edeceksin, benim paramla keyif sürmeyeceksin. Bu son arife orucu Ramazan-ı Şerifin son gün orucu, Yarabbi huzurunda bir kıymeti varsa ki bu orucumuzun bu mübarek günde hakkımızı yiyenlerden, almayanlardan, istemeyenlerden, ayrım gayrım yapanlardan, bizi mağdur edenlerden, en alttaki delegeden en tepedekine kadar, hakkımızı koma yarabbi. Hakkımızı koma ya Rabbi...
Şimdi kimler okudu kimler gördü ise, yorum yazmasın, aramasın beni. Elini başının önüne koysun düşünsün bakalım. Allah şahidimdir ki kalpleri bilen Allah, ben böyle durumda olsam, top yekûn istifa eder, başka sendikaya geçerdim geçirirdim...”
Ankara’dan bir Şeker işçisi (ismi bende saklı)
Mektup böyle…
Muhatapları kendilerini anlamış ve azıcık vicdanları sızlamıştır umarım.
Aydınlık Gazetesi / 14 Ağustos 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder